
OECD DAC Başkanı Carsten Staur, konuşmasında kalkınmanın uzun vadeli ve küresel bir perspektifle ele alınması gerektiğini vurgularken; OECD Genel Sekreter Yardımcısı Mary Beth Goodman ise demokrasi ve iyi yönetişimin korunmasında koordineli eylemin önemine dikkat çekti. Açık Yönetim Ortaklığı’ndan (Open Government Partnership) Aidan Eyakuze ise, sivil toplumun karar alma süreçlerine katılımında beklenen ilerlemenin sağlanamadığını belirtti.
Toplantıların ilk gününde öne çıkan başlıklardan biri, 2021 yılında kabul edilen “Kalkınma İşbirliği ve İnsani Yardımda Sivil Toplumun Güçlendirilmesine İlişkin Tavsiye Kararı” oldu. Hukuken bağlayıcı olmasa da, bu tavsiye üye devletlerin sivil toplumu güçlendirme konusundaki yükümlülüklerini ve politik niyetlerini ortaya koyuyor. Oturumlarda, tavsiyenin yaygınlaştırılması ve uygulanmasına yönelik adımlar paylaşıldı; Fransa ve Almanya gibi ülkelerde yeni politikalar geliştirildiği aktarılırken, bazı ülkelerde ise daha fazla ilerlemeye ihtiyaç olduğu vurgulandı.
Tavsiyeye dair hazırlanan üç rehber belge — fonlama, güç kaydırma (power-shifting) ve sivil alanın korunması — katılımcılarla paylaşıldı. Ayrıca sivil toplumun karar alma süreçlerine katılımı, yerelleşme ve şeffaflık gibi alanlarda iyi örnekler sunulurken; demokratik gerilemeler, fon kesintileri ve sivil alanların daralmasına dair endişeler de dile getirildi. Bu çerçevede katılımcılar üç ayrı grupta tartışmalar yürüttü.
Toplantıya STGM adına katılan izleme ve savunuculuk uzmanı Hakan Ataman, Türkiye’nin OECD üyesi olmakla birlikte OECD DAC üyesi 33 ülke arasında yer almadığını hatırlatarak, Tavsiye Kararı’nın Türkiye’de etkili olabilmesi için hem ulusal hem de uluslararası düzeyde daha güçlü iş birliklerine ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekti.
Savunuculuk Suç, Dayanışma Tehdit
İlk günün “Çalkantılı Bir Dünyada Sivil Alanın Korunması” başlıklı oturumuna ICNL (Uluslararası Kar Amacı Gütmeyen Hukuk Merkezi) Hukuk İşleri Başkan Yardımcısı David Moore moderatörlük yaptı. Moore, yaklaşık 20 yıldır sivil alanın daralmasından söz edildiğini hatırlatarak, son beş yılda 80 ülkede sivil toplumu etkileyen 300 yasal düzenleme yapıldığını ve bunların %85’inin ise kısıtlayıcı nitelikte olduğunu ifade etti. Bu düzenlemelerin yalnızca otoriter rejimlerle sınırlı kalmadığını, köklü demokratik sistemlerde de benzer eğilimlerin görüldüğünü vurguladı.
Moore, özellikle dört eğilimin öne çıktığını belirtti:
1. Yabancı etki ajanı yasaları: Sadece 2025 yılı içinde 5 ülke bu türden düzenlemeleri yürürlüğe koydu.
2. Savunuculuğun suç haline getirilmesi: Hak savunucuları, faaliyetleri nedeniyle cezai takibe uğruyor.
3. Dijital otoriterlik: İnternet ve dijital iletişim alanına yönelik kısıtlamalar yaygınlaşıyor.
4. Güvenlikleştirme: Savunuculuk ve fon bulma gibi faaliyetler güvenlik tehdidi olarak görülmeye başlanıyor.
Tartışma bölümünde söz alan STGM Genel Koordinatörü Tezcan Eralp Abay ise bu eğilimlere ek olarak, sivil toplumun küresel ölçekte yaşadığı kimlik krizine dikkat çekti. Son yirmi yılda demokratik bir aktör olarak güçlenen sivil toplumun, söylem ve uygulama arasındaki uçurumla karşı karşıya olduğunu belirten Abay, Gazze’de yaşanan insanlık dramı gibi örneklerde bu olumlu söylemin bile sessiz kaldığını ifade etti.
Abay, “Bugün karşı karşıya olduğumuz ikili bir meydan okuma var: Güçlü söylemin iç tutarlılığını korumak ve bu söylemi somut uygulamalara dönüştürecek normlar, mekanizmalar ve araçlar geliştirmek” dedi.
İkinci Gün: Direnç Mekanizmaları, Yerelleşme ve Finansal Sürdürülebilirlik
19 Haziran 2025 tarihinde gerçekleşen ikinci gün oturumlarında, sivil toplumun karşılaştığı yapısal zorluklar, stratejik yanıtlar ve iş birliği olanakları çok yönlü olarak ele alındı. Özellikle sivil alanın daraltılması, meşruiyetin korunması, fonlara erişimdeki engeller, kadın hakları savunucularının güvenliği ve yerel düzeyde iklim uyumu gibi temalar öne çıktı.
İklim adaleti başlığı altında, Kenya ve Endonezya gibi ülkelerde kadınların yürüttüğü yerel projeler — toprak rehabilitasyonu, erken uyarı sistemleri ve altyapı geliştirme gibi çalışmalar — iyi örnek olarak paylaşıldı. Yerel yönetimlerle işbirliği içinde geliştirilen bu modeller, kadınların çevresel adalete katkısını görünür kıldı.
Sivil alanın izlenmesine dair ise OECD’nin geliştirdiği “Sivil Alan Araştırması” gibi veri araçları tanıtıldı. Bu araçların yalnızca yasal düzenlemeleri değil, uygulamadaki boşlukları da görünür kılmayı amaçladığı ve politika yapıcılara karşılaştırmalı analizlerle destek sunduğu belirtildi.
Finansal sürdürülebilirlik kapsamında, donörlerin daha esnek ve uzun vadeli destek mekanizmaları geliştirmesi gerektiği ifade edildi. Yerelleşme perspektifinden ise, sosyal hareketlerin ve kayıt dışı yapıların da fonlama sistemlerine dahil edilmesi gerektiği vurgulandı. Bununla birlikte, birçok ülkede küçük ölçekli örgütlerin fonlara erişiminin zorlaştığı ve katılım süreçlerinin yüzeysel kaldığı kaydedildi.
Kadın insan hakları savunucularının artan riskler altında çalıştığına dair uyarılar yapıldı. Tayland örneğinde, sığınmacı kadın aktivistlere destek veren kişilerin devlet baskısına maruz kaldığı aktarıldı. Bu tür risklere karşı, insan hakları savunucularına yönelik özel vize ve destek mekanizmalarının geliştirilmesi gerektiği ifade edildi.