Ana içeriğe atla
Image
sivil toplum
Share
Avrupa Birliği Ekonomik ve Sosyal Komitesi (EESC) Sivil Toplum Günleri’ni bu yıl 1-3 Mart 2023 tarihleri arasında Brüksel'de düzenledi. Ben de Avrupa Birliği tarafından desteklenen ve Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM) ve Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV)’in birlikte yürüttüğü Örgütlenme Özgürlüğünün İzlenmesi Projesi kapsamında Göç Araştırmaları Derneği’nin (GAR) temsilcisi olarak toplantılara katılma fırsatı buldum. 

Brüksel’de Sivil Toplum Günleri: Farklı Gezegenlerde Benzer Konular

Örgütlenme Özgürlüğünün İzlenmesi Projesi’nin tanıtımında proje için şöyle yazıyor: 

"Örgütlenme Özgürlüğünün İzlenmesi Projesi kapsamında yapacağımız çalışmalarla bütün düzeylerde duyarlı, kapsayıcı, katılımcı ve temsili karar alma süreçlerine katkı sunmayı hedefliyoruz." 

Projenin pek çok çalışma alanı olsa da, faaliyetlerinden biri de "Dünyada ve Türkiye’de sivil toplumun gündeminin yakından takip ederek yerel örgütlerin bilgiye erişimini kolaylaştırmak" olarak tanımlanmış. Bu kapsamda biz de farklı alanlarda çalışma yürüten 8 farklı sivil toplum örgütünün temsilcisi olarak projenin desteğiyle AB Sivil Toplum Günleri 2023’e katıldık. 

Brüksel’de gerçekleşen toplantının genel teması, “demokrasinin temel direği ve mevcut zorlukların üstesinden gelmek için kilit bir oyuncu olarak sivil toplum kuruluşları” olarak belirlenmişti. 

Bu temayı toplantının tanıtım sayfasında şu şekilde açmışlar:

“Avrupa topraklarında savaş, pandemi sonrası toparlanma, AB sınırlarının her iki tarafında artan baskı altındaki demokratik değerler: bu sismik değişimler, sivil toplum kuruluşlarının Avrupa'da hem sosyal uyum hem de demokrasi için her zamankinden daha önemli olduğuna dair hiçbir şüpheye yer bırakmadı. Güçlü, bağımsız ve çeşitliliğe sahip bir sivil toplum hem temel haklarımızı hem de demokratik yaşam tarzımızın bütünlüğünü koruyabilen dirençli bir demokrasiyi sağlamanın temel bileşenidir. Örgütlü sivil toplum, görmeyi asla beklemediğimiz hayat değiştiren değişikliklere uyum sağlamak için sürekli olarak zorlanmaktadır.”

Ben bu yazıda toplantıdan bende iz bırakan ve tamamen bireysel gözlemlerimi ya da daha doğrusu duygularımı paylaşmak istiyorum. Toplantıdan önceki günlerini deprem bölgesinde geçirmiş biri olarak bu yazıyı kısa bir kendini iyileştirme aracı olarak da okuyabilirsiniz. 

Benim burada ne işim var? 

Öncelikle bence bizler “görmeyi asla beklemediğimiz hayat değiştiren değişiklikler” toprakları Türkiye’den gelen kişiler olarak başka bir gezegenden toplantı salonuna iniş yapmış gibiydik. Toplantının ilk sabahı Yunanistan’daki tren kazası ve Türkiye ve Suriye’deki deprem için yaptığımız bir dakikalık saygı duruşu dışında konuşulan konular bana çok yabancıydı. Telefonumdaki WhatsApp mesajlarının anahtar kelimeleri deprem bölgesi, tır, çadır, yardım, göçmen, mülteci, seçimler, sandık güvenliği; toplantının temel konuları ise organize sivil toplum, demokratikleşmiş Avrupa ekonomisi, demokratik toplumlar için beceriler ve yaşam boyu öğrenme, sivil toplum alanı ve sivil diyalog, dijitalleşme ve gençlik olarak listelenebilir. Bu farklı tablolar arasında tahmin edersiniz ki uzun bir süre “benim burada ne işim var” sorusundan kurtulamadım.

Malumun ilamı diyebilirsiniz ama Türkiye’nin gittikçe Avrupa’dan ne kadar uzaklaştığını bu şekilde görmek beni burdu. Burada bir parantez açmak isterim: 2000’li yılların başında yüksek lisansını AB siyaseti üzerine yapmış biri olarak burada Avrupa güzellemesi yapmak hedefinde değilim. Ancak “demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlık haklarını güvence altına alan kurumların varlığı” olan bir ülkede yaşamak istiyorum. Bunun için de sonu AB üyeliği ya da değil, yaşadığım ülkede ciddi değişiklikler yapılması gerektiğinin ve bunların ancak belli bir politik irade ve derin bir reform sürecinde gerçekleşeceğini umuyorum.

Sadece umuyorum. 

Çünkü ikinci gün Orta ve Doğu Avrupa’da daralan demokratik alana karşı sivil toplum örgütlerinin dayanıklılığının konuşulduğu panelde üyelik kriterlerini karşıladığı düşünülen ülkelerden gelen katılımcıların anlattıkları bize bu süreçleri çok daha etraflı anlamamız gerektiğini bir kere daha göstermiş oldu. 

Örneğin, Bulgaristan’dan gelen bir katılımcının “İnsanlar saftı, rejim değişince her şeyin olumlu yönde değişeceğine inandık. Bir şekilde kördük ve Rus etkisinin ülkede ne kadar derinden kök salmış olduğunu göremedik.” sözleri bana yüzeysel reformlardan çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğunu hatırlattı.

Tüm bu karmaşık düşünceler arasında üç günün sonunda bende kalan farklı gezegenlerden ortak sorunlar. Bunların belki de ilki sivil toplumun fon sorunları ve proje bağımlılığı ile birlikte gelen donörlerin beklentilerini karşılamak için yapılan bitmeyen idari ve raporlama süreçleri, sahadaki çalışanları riske atan görünürlük kuralları, bunca belirsizlik içerisinde yapılması beklenen iki yıllık stratejik planlar; sivil toplumu içine neredeyse hapseden bir bürokrasileşme süreci… 

Bütün bu yapı içerisinde ise bizlerden beklenen sürekli bir dayanıklılık hali, belirsizliği kucaklayan, zorluklara dayanma veya zorluklardan hızla kurtulma kapasitesi. 

Kısacası, rekabetçi otoriter bir rejim olarak tanımlanabilecek Türkiye’den katılımcı ve müzakereci demokrasinin geleceğinin konuşulduğu Avrupa’ya sivil toplumun halen ortak sorunları var. 

Çözümleri bu toplantıda bulduk mu? 

Hayır, ama diyaloğa devam.

Image
STGM Stüdyo

STGM Stüdyosu

Video içerikleri üretmek isteyen STÖ’ler için iyi bir haberimiz var. Ofisimizdeki stüdyomuzda video çekimlerinizi gerçekleştirebilir ve kurgu desteği alabilirsiniz.