Ana içeriğe atla
Image
Haber yatay görseli
Share

6. Karaburun Bilim Kongresi

Theodor Adorno’dan “Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar” çağrısıyla altıncısı düzenlenen Karaburun Bilim Kongresi’nin bu seneki teması Dünyanın Dört Bucağı: Kapitalizm ve Mücadele. 1997’den bu yana kapitalizmin ekolojik krizine karşı emek ve doğa sömürüsü ekseninde mücadele yürüten Ekoloji Kolektifi olarak biz de bu çağrıya kulak verdik. Bu sebeple 8-11 Eylül 2011 tarihleri arasında Karaburun/İzmir'de “EKOLOJİK KRİZE KARŞI İKLİM ADALETİ MÜCADELESİ” başlıklı atölye çalışmamızla mücadeleyi güncelin içerisinden yükselterek teorize edebilmek amacıyla Kongre’ye gidiyoruz.

Theodor Adorno’dan “Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar” çağrısıyla altıncısı düzenlenen Karaburun Bilim Kongresi’nin bu seneki teması Dünyanın Dört Bucağı: Kapitalizm ve Mücadele. 1997’den bu yana kapitalizmin ekolojik krizine karşı emek ve doğa sömürüsü ekseninde mücadele yürüten Ekoloji Kolektifi olarak biz de bu çağrıya kulak verdik. Bu sebeple 8-11 Eylül 2011 tarihleri arasında Karaburun/İzmir'de “EKOLOJİK KRİZE KARŞI İKLİM ADALETİ MÜCADELESİ” başlıklı atölye çalışmamızla mücadeleyi güncelin içerisinden yükselterek teorize edebilmek amacıyla Kongre’ye gidiyoruz.

Çünkü biliyoruz ki; doğanın bir parçası olarak insan emeğiyle var’sa, doğayı da emek dolayımıyla kavrıyorsa, ekolojik kriz tipik insan-doğa çelişkisi olarak değerlendirilemeyecek bir meseledir. Ekolojik kriz, tarihi olarak belirlenmiş üretim şekli ile çevresi arasındaki ilişkinin krizi olarak üretim şeklinin kendi krizinin bir görünümü; dışavurumudur. Bu anlamda ekolojik kriz kapitalizmin krizine içkindir; bu kriz aynı zamanda kapitalist üretim modelini taklit eden sözde sosyalist ülkelerin de krizi olmaya mahkûmdur.

“Bize göre, ekolojinin bunalımı ile toplumsal çöküşlere yol açan bunalımlar, ayrılmaz biçimde iç içe geçmiştir ve aynı yapısal gücün farklı dışavurumları olarak görülmelidir. Birincisi, genel olarak, yerkürenin ekolojik istikrarsızlıklara tahammül kapasitesini aşan ve sınır tanımayan sanayileşmeden ileri geliyor. İkincisi ise, emperyalizmin küreselleşme diye bilinen biçiminden ve onun, yoluna çıkan bütün toplumlar üzerindeki çözücü etkilerinden. Daha da ötesi, bu iki temel güç aslında aynı itkinin farklı veçheleri. Bütünü hareket ettiren merkezi devindirici diye tanımlanması gereken bu itki dünya kapitalist sisteminin genişlemesinden başka birşey değil.”

Tam da bu yüzden GDO’ların, HES’lerin, nükleer ve termik santrallerin, iklim değişikliğinin, altın madenlerinin, taş ocaklarının ve doğayı doğal kaynak haline getiren bütün güncel pratiklerin arkasında yatan tek şey kapitalist üretim tarzı olarak vücut buluyor. Varlık koşullarımızı zorlayan bütün bu sorunların çözümü içinse masaya yatırmamız gereken tek şey var: kapitalizm. İşte bu bağlantıyı kurabilmek ve burun buruna yaşadığımız ekolojik sorunlarla resmin bütününde yüzleşebilmek için, öncelikle liberal demokratik argümanlardan arınmakla işe başlamak gerektiğini düşünüyoruz. Ne yalnızca çevre hakkı, su hakkı gibi hukuksal dallara tutunuyoruz ne de kadın-erkek üzerinden cinsel yönelimleri dışlayan patriyarkal sistemi veri kabul ediyoruz. Aksine neden-sonuç ilişkisi içerisinde sorunu bütüncül bir bakış açısıyla ele alarak ötesini kurguluyoruz; halkların eşitliği için radikal bir dönüşümü gerektiren iklim adaleti talebini yükseltiyoruz.

Gelişmiş ve gelişmemiş, kır ve kent, zengin ve fakir arasındaki bütün uçurumları derinleştiren eşitsizlikleri kendimize sorun ederek de soruyoruz: Suyun, gıdanın, havanın ve toprağın özel mülkiyet zincirlerini kırarak, doğanın özgür halkların eşit birliğiyle yeniden temellük edilmesi için nereden başlamalı, nerede durmalı ve ne yapmalı? Tüm bu sorulara birlikte yanıt verebilmek ve dünyanın dört bucağını saran ekolojik krize karşı; emek ve doğa sömürüsünün ortadan kaldırıldığı; atıksız ve artıksız; eşit ve özgür bir dünya için çizilecek mücadele hattına katkıda bulunabilmek amacıyla, sistemin verili sınırlarına itaat etmeyen herkesi 8-11 Eylül tarihlerinde 6. Karaburun Bilim Kongresi’nde birlikte tartışmaya çağırıyoruz.


6. KARABURUN BİLİM KONGRESİ

8-11 Eylül 2011

Mordoğan-Karaburun/İZMİR


EKOLOJİK KRİZE KARŞI İKLİM ADALETİ MÜCADELESİ


Ekolojik krize karşı iklim adaleti mücadelesi kapsamında pek çok toplumsal örgüt temsilcilisi ile birlikte, ekolojik krize karşı mücadelenin eylem ve kuramı üzerine tartışma yürütülecek. 8-11 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilecek atölyenin yürütücülüğünü Ekoloji Kolektifi yapıyor. Tüm ekoloji mücadelesi bileşenlerinin davetli olduğu etkinlik, iklim değişikliğine karşı kır ve kentte yürütülen programatik tartışmaları da kapsayacak. Aşağıda detayları verilen çalışma grubumuza katılmak ya da konuyla ilgili bizlere ulaşabilmek için www.ekolojistler.org sitesini ziyaret edebilir ya da [email protected]​ adresine mail atabilirsiniz.

YÜRÜTÜCÜ : EKOLOJİ KOLEKTİFİ

ÇALIŞMANIN AMACI

“İklim değişikliği” içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli sorunu olarak önümüzde duruyor. Türkiye'nin de taraf olduğu Kyoto Protokolü bugüne kadar iklim değişikliği konusunda konulan hedefleri gerçekleştiremedi. Bu konuda en büyük sorun, eşitsizliğe dayalı finansal sistem içinde, ülkelerin iklim değişikliği konusunda kendi finansal araçlarını yaratmasına yönelik uluslararası hukuktur. İklim değişikliği konusunda sahici ve ciddi adımlar atmak için dünya üzerinde biyolojik çeşitlilik, genetik varlıklar açısından zengin ülkelerin toplumsal zenginliğin küçük bir bölümünü kullanıyor olduğu gerçeğini görebilmek gerekir. Bu nedenle de bu ülkelerin, genetik varlıklar, biyolojik çeşitliliği iklim değişikliğinin etkilerinden kurtarmasının önünde ekonomik ve sosyal engeller bulunuyor.

Bu sorun karşısında, yoksul ülkelerin borçlarını görmezden gelerek ya da gelişmiş kapitalist ülkelerden teknoloji transferi yoluyla, karbon emisyonu satışı yöntemleriyle iklimin adaletini sağlamak mümkün görünmüyor. BM 15. taraflar konferansının yapıldığı Kopenhag Zirvesi de bir kez daha gösterdi ki, ne zengin ülkeler mevcut tüketim alışkanlıklarını değiştirmek istiyor ne de yoksul ülkeler zengin ülkelerin vardığı kalkınma hedeflerinden geride kalmak istiyor. O halde bu Gordion düğümünün çözümü yine biyolojik çeşitliliğin fazla olduğu ülkeler lehine pozitif ayrımcılık politikalarını harekete geçirmekle mümkündür.

Önümüzdeki yüzyılda gıdaya, suya ve temiz havaya ulaşmak istiyorsak bir yandan batılı zengin ülkeler tüketim alışkanlıklarını değiştirmeli, diğer yandan da ekonomik açıdan darda olan ülkelerin borçlarının silinmesi için güçlü adımlar atılmalıdır. Bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik hukuki bir dayanak noktamız vardır. Doğa ve kültür varlıklarının insanlığın ortak mirası olduğu ön kabulümüzdür. Bu ortak mirası, ortak bir değer olarak korumak ise tüm ülkelerin sorumluluğudur. Bu sorumluluğu bugüne kadar yoksul ülkelerin sırtına yükleyen ekonomik sistem, iklim değişikliği sorununu çözemeyecektir.

Kopenhag zirvesi sırasında pek çok yoksul ülke ve toplumsal mücadele masa başı pazarlıklarla bu sorunun çözümünün gerçekleşmeyeceğini idrak etmiştir. Bu nedenle Bolivya'nın çağrısı ile 22 Nisan 2010 tarihinde halkların iklim adaleti zirvesinde Koçabamba'da bir araya gelmişlerdir. Doğanın ve emeğin aşırı sömürüsüyle artan iklim krizine karşı tabandan bir hukuk yaratmanın araçları üzerine kafa yormuşlardır. Bunun için hakça bir paylaşım ve eşitsiz finansal sistemin alternatifinin yaratılması için mücadele kararlılığı sergilenmiştir. Bu çabanın somut adımı olarak, suyun tüm canlıların hakkı olduğu kararı, BM gündemine getirilmiş ve bu hak kabul edilmiştir. Sırada gıdanın, suyun ve havanın canlılığın temel hakkı olduğuna yönelik eğilimi koruyacak hukuki güvence sisteminin inşası süreci vardır.

Meksika Tepecu'da bir araya gelen baraj karşıtları, dünyanın her yanında artan barajlara karşı dünya evininin korunması için kalkınma hedeflerinden, üretim ve tüketim alışkanlıklarından kopuşun bir zorunluluk olduğunun altını çizmiştir.

Avrupa ve Asya'nın iklim krizindeki Gordion düğümü de Anadolu topraklarından geçmektedir. Anadolu coğrafyasının tarımsal sistemlerinin güçlendirilmesi, biyolojik çeşitliliğinin korunması Avrupa'nın da ekolojik geleceğinin garantisidir. Ancak Türkiye'de tasfiye edilen tarımla birlikte, küçük çiftçilik ve buna bağlı olarak da biyolojik çeşitlilik ve türler kaybolmaktadır. Doğal tarım alanlarının yok olması, Anadolu coğrafyasının ormansızlaşması su krizini de tetiklemektedir. Baraj, termik ve nükleere dayalı enerji politikaları ile bölge tam bir enerji nakil hattına dönüşmektedir. Avrupa, Türkiye'ye bir enerji nakil üssü olarak yaklaştığı sürece iklim krizi çözülmez. Bu bölgenin genetik çeşitliliği, su, toprak zenginliği korunmadığında yaşanacak yoksulluk hem bir doğa felaketini hem de yeni bir göç dalgasını tetikleyecektir. Ekolojik krizin yol açtığı bu göç olgusu etkisini göstermeye başlamıştır.

Ekolojik soykırım (Ecosid) diyebileceğimiz bu gelişmelerin bedelini en ağır biçimde ödemek zorunda kalacağız. İstikrar politikaları bu ihtimali görmekte ancak bu konuda somut adım atmamaktadır. Gerçek anlamda, Türkiye doğasının kırda ve kentte yağmalanması, insanlığın ortak mirasının yağmalanması anlamına gelir. Bugüne kadar demokrasi fikrinin altında yatan eşitlik ve dayanışma ideallerinin ilgasına yol açan bu gelişmeler karşısında demokrasiyi ve halkların bir arada barış içinde yaşamasını savunmaya devam edecek isek, iklim adaleti için eşitsizlik sisteminin üzerine gitmek aciliyet taşımaktadır.

Gıda egemenliğini, temiz nitelikli su, yaşanır bir hava ancak iklim için adalet politikasını yükseltmekle mümkün olacak. Bizler bir yandan emeğin haklarını koruyup geliştirirken diğer yanda da doğanın var olma zeminini korumak zorundayız. Bunun için de doğanın da sömürüsüne yol açan uluslararası hukuk sisteminde bir dönüşümü işaret etmeliyiz. Bu dönüşümün önemli ilkelerinden biri de ekonomik işbirliği ötesinde, yoksul ülkeler lehine pozitif ayrımcılıkla mümkün olacaktır. Kadınların, çocukların, yoksul milyonlarca insanın önümüzdeki yüzyıldaki kaderi bu noktada gerçekleştireceğimiz seçimlere bağlıdır. Tam da bu seçimleri netleştirebilmek amacıyla bu çalışmanın yapılması öncelik taşımaktadır.

Çünkü bizler inanıyoruz ki, Koçabamba'da ki “Doğa Ana Hakları ve İklim Değişikliği Dünya Halkları Konferansı”nda belirtildiği gibi “Küresel ısınmaya karşı mücadele, yalnızca mevcut üretim ve tüketim sisteminin acil bir dönüşümüyle değil, kolonyal ve Avrupa-merkezci hegemonik bilgi modellerine ve paradigmalarına karşı güçlü bir mücadeleyle de ilgilidir. Bir sonuç olarak gezegenin sınırlarına ulaşmış derin bir yapısal krizle karşı karşıyayız. Köleliğe, insan varlığının ve doğanın tahribine dayalı patriyarkal bir gelişme modelinin ölümcül bir kriziyle karşı karşıya bulunuyoruz. İçinde yaşadığımız iklim krizi, yalnızca atmosfer sıcaklıklarının yükselişi sorunu değil, gezegen üzerindeki hayatı ve insanın doğayla uyumlu ilişkisini mümkün kılan küresel koşulların yıkımı sorunudur.”

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ

Bu amaçla;

İklim adaleti,

Biyogüvenlik ve Gıda Egemenliği,

Su Egemenliği,

Kır ve Kent Birlikteliği,

Emeğin, Doğanın ve Cinslerin Özgürlüğü,

Ekolojik Krize Karşı Birleşik Mücadele,

Temel başlıkları altında küçük gruplar halinde çalışmalar yürütülecek, ardından bu tartışma başlıkları Forum şeklinde tartışmaya açılacaktır.

ÇALIŞMANIN HEDEFİ

Tartışmalar doğrultusunda hazırlanan bir metinle Ekolojik Krize Karşı İklim Adaleti Manifestosu oluşturulması hedeflenmektedir.

Share
İlgili Eğitim